Dirençlilik Üzerine Kafa Karışıklıklarım-I: Jeolojik Etütler İmar Planlarını Etkiliyor Mu Gerçekten?

Bu yazıdaki görüşlerimin kısıtlı ve amatör olduğu, kullanılan terminolojinin ise -özellikle meslek dışı alanlarda- hatalı/eksik olabileceği kabul edilmelidir. Yazı boyunca boyumu aşan soru ve iddialar bulunmakta.

Aşağıda yazılanların aksini kanıtlar nitelikte az sayıda şehir plancıları ya da imar planları olabilir tabi. Ancak kişilerin bu bilgilerini lisans düzeyinde edinmediği; bu bilgilerin kişisel ilgi/gayretleriyle, birlikte çalışılan farklı meslek gruplarının etkisiyle, belki planlama çalışmasına dahil olunan bir alanı bir afet sonrasında gözlemleme tecrübesiyle elde edildiği gözden kaçırılmamalıdır. Sonuçta bölümlerimiz ve ders içeriklerimiz ortada. Dolayısıyla yazı boyunca yer alacak olan şehir plancıları ve imar planları bu az sayıdaki meslektaşlarımızı ve çalışmalarını kapsamamakta. Yazı boyunca yer alacak planlama çalışmaları, imar planları ise genelde eleştirdiğimiz, burun kıvırdığımız, ancak kentlerimizin bugünkü halinin -asıl sorumlusu diyemesem de- vesikalarıdır. Yani okuyunca lütfen ‘böyle planlama olmaz’, ‘ imar planı bu değil’ gibi değerlendirmeden önce, bunların benim de arzu ettiğim imar planları olmadığını, her gün patır patır onaylanan, yürürlükte olan imar planları olduğunu göz önünde bulunduralım.

Deprem ve yıkılan kentlerimizle ilgili kendimi de dahil ederek tüm meslektaşlarımdan duyduğum değerlendirmelerde ‘rant yüzünden’, ‘buralar tarım alanıydı’, ‘taşkın alanına yerleşilmiş’, ‘sonradan yoğunluklar artırılmış’, ‘derenin yatağı değiştirilmiş’, ‘toplanma alanları yapılaşmaya açılmış’, ‘sıvılaşma riski varmış’, ‘eylem planları yok’, ‘burada sürekli büyük depremler olduğu bilinmesine rağmen…’, ‘IRAP’lar var ama uyan yok’, ‘acil müdahaleler ve uzun erimli planlama çalışmaları yapılmalı’ gibi daha birçok haklı, doğru ancak bana göre tam da meseleyi yakalayamayan tespit ve değerlendirmeler vardı. (Yapı denetim faaliyetleri olması gerektiği gibi işleseydi 6 Şubat sonrasında bunları, planlamayı ve dirençliliği konuşur muyduk? Ya da müdahale/tahliye ve toplanma alanlarıyla sınırlı mı kalırdık? Bu da yazı konusundan ayrı bir soru olarak bu kadarla kalsın)

Doğru soruyu bulabilmek için, imar planına esas jeolojik jeoteknik etüt raporu ve yerleşilebilirlik analizi ile meslektaşlarım ve imar planları hakkında boyumu aşan birkaç iddia ortaya atmak istiyorum. Amacım etütler -yazı boyunca artık uzun uzun yazmayacağım- ile imar planları arasında mevcut pratiği ele alabilmek ve olması gereken ilişkiyi tartışmak, tartışmaya açmak ve öğrenmek. Çünkü bu ilişkinin sadece yer seçimi ve yoğunluk kararlarında bitmediği; yük, geometri, yönelim, nizam, çekme mesafesi vb. yapı ölçeğine kadar irdelenmesi gerektiği, hatta bunun mümkün olabileceği ve olması gerektiği inancındayım. Çünkü bunlara biz karar veriyoruz ancak ne biliyoruz?

(Bu kısaltmaları yazı boyunca kullanacağım: JER/Etüt: İmar Planına Esas Jeolojik-Jeoteknik Etüt Raporu, YA: Yerleşilebilirlik Analizi, ÖA: Önlemli Alan, UA: Uygun Alan, UOA: Uygun Olmayan Alan)

Yoksa şehir plancıları, jeoloji mühendisleri ve inşaat mühendislerinin faaliyetleri arasında, hazırladığı imar planı ile sadece işleri daha da zorlaştıran bir meslek grubu mu? (Evet böyle can sıkıcı hususlar) Topografyaya uyduk, birkaç da tasarım ilkesi tutturduk mu başarılı bir plan mı diyeceğiz?

İmar Planlarını Etkileyen Temel Hususlar

Yapılı alanlarda hazırlanan imar planlarında mevcut durum ve bir önceki imar planı kararları en büyük etkiye sahiptir diyebiliriz sanırım. Yani mevcudu ve önceki planı değiştirmek oldukça zor. Yeni plan ile bugüne kadar verilmiş imar haklarını -faydalı kullanım diye geçen- artırabilirsiniz ancak azaltmak pek mümkün değil; büyük ihtimalle bunu yapabilen meslektaşlarımız ya çok yıpranmıştır ya da artık bu işten para kazanamıyordur; böyle bir planı onaylayan yöneticiler içinse bu siyasi intiharla eş anlamlıdır (Bu pratiği burada açmaya, imar-mülkiyet-oy üçgenini tartışmaya gerek yok sanıyorum). Aynı şekilde bugüne kadar doğru/yanlış yapılmış kamu ve özel yatırımlarını da bir imar planıyla silip atamayacağımız da ortada (Elbette olabilmeli, bu alanlar tespit edilmeli, dönüşüm projeleri, finansman modelleri, yeni planlama çalışmaları elbette hazırlanıp uygulanmalı, bu konuda tüm meslektaşlarımızla hem fikir olabiliriz sanırım ancak konu bu değil).

Bu konuyu açma sebebim ise “kötü zemine bu yoğunluk önerilmemeli, düşük yoğunluk olmalı” gibi bir varsayımın belki de doğru, ancak pratikte geçerliliği olmadığını ve temel nedenini hatırlatmak idi.

Bu varsayımda yine de beni düşündüren bir durum var. Yapı-zemin ilişkisi ve deprem esnasında  yapıların davranışı hakkında gerçekten bir şey bilmiyorken neye dayanarak bunu söylüyoruz? Yani herhangi bir vatandaş gibi düşük kat ve bitişik nizam yapıların sağlam, yüksek kat, upuzun bir binanın tehlikeli olabileceğini düşünmek dışında ne biliyoruz?

Aynı şekilde neredeyse tüm kentlerimizin ovada, kıyıda, yani yapılaşmayı ve ulaşımı kolaylaştıracak düzlüklerde olduğunu, bu zeminlerinse alüvyon, yumuşak zemin olduğu biliyoruz. Bu bilgilere dayanarak neden her yer az katlı, bitişik nizam olmasın (merkezi nitelikler, eşikler, kentsel yayılım, çeper, verimlilik gibi unsurların farklı yoğunluk ve kullanım nedenleri olduğunu biliyoruz, ama konu zemin ve bilmediklerimiz) ?

Bu kısmı uzatmadan birinci iddiama sıçrayabilirim.

Yerleşilebilirlik analizi imar planlarında ancak Yapı Yasaklı/Uygun Olmayan Alanlarda etkilidir. Bunun dışındaki tüm alanlar imar planlarında aynı şekilde değerlendirilir.

Yasaklı veya UOA dışında kalan tüm alanlarda zemin koşulları imar planlarında göz önünde bulundurulmamaktadır. Bunlar dışında kalan her yer için belirtilen koşullar (JER ve YA’ndeki ÖA Türü) yalnızca mühendislik sorunsalı olarak görülmekte, imar planlarındaki tasarımı, kullanım ve yoğunluk kararlarını etkilememektedir. Örnek koymayı özellikle istemedim. Bu düşünceye katılmayan herkes elindeki ya da erişebileceği imar planlarını açıp bakabilir (Altlıklarda değişen farklı türlerdeki önlemli alanlara rağmen aynı kullanım ve yoğunluk kararının, aynı dokunun sürüp gittiğini görebilirsiniz).

Bu uygulamalara bakınca etüt, imar planının ekine koyup bir başka mühendise devrettiğimiz emanet raporlar değil mi?

Konuyla ilgili bir mühendis bir bölgenin zemin bilgisi ve depremselliği hakkında yeterli bilgiye sahip ise uygun yük ve geometri hakkında -tek doğrusu budur diyemese de- bir kısım öneriler üretebilecektir. Ancak biz ne yapıyoruz? Planlama çalışmamıza esas bir rapor geliyor. Bu rapor gelse de gelmese de yukarıda bahsetmeye çalıştığım nedenlerle ortaya çıkan yapı yoğunluğu kararımızı sürdürüp, yola paralel dizdiğimiz parseller içerisinde, yükseklik/2 hesap edip çekme mesafeleri içerisine dağıtıyoruz. Bu süreçte jeolojik çalışmaların olması bizi ilgilendirdi mi gerçekten? Çalışma alanının farklı önlemli alan türlerini kapsaması imar planını etkiledi mi? Etkilemeli mi?

İlk olarak, bence bunun bilgisine sahip değiliz. Zemin türüne göre yoğunluk kararı nasıl etkilenir, etkilenir mi ya da yoğunluk/yük nasıl dağıtılır bilmiyoruz.

İkincisi yola paralel, örneğin 10 metre, 5’er metre belirlediğimiz çekme mesafelerimizle yapının temel geometrisini ve konumlanışını belirlemiş oluyoruz. Yani yapının zemine göre mühendislik tasarımını yapacak olan mühendise yeni koşullar ve sınırlandırmalar ekleyip, al bir de bunlarla çöz diyoruz. Üstüne bir de çıkma yapılabilir diye not düşünce hiçbir mühendislik bilgisi olmaksızın x koşullu zemine y geometrisiyle bir ara sorun ekliyoruz.

Bunların detayını bilmeli miydik/miyiz? Yoksa etüt raporu bize bunların -en azından- ipuçlarını vermeli miydi? Planlama çalışmasının öncesinde ve sonrasında yapılan mühendislik hizmetleri, ara aşamadaki imar planlarını yönlendirebilecek (max. yük, dağılımı, nizam, temel geometri, yönelim vb.) bir kısım rehber/ipucu vermeli mi?

Aksi takdirde imar planına esas olan etüt çalışması, ‘okumayı’ bilmeden bizden sonraki mühendise devrettiğimiz emanet raporlar; yerleşilebilirlik haritası ise sadece uygun olmayan alanlar bazında değerlendirdiğimiz ve diğer tüm önlemli alanları ‘yerleşilebilir’ kabul edip aynı doku ile donattığımız görsellerden ibaret olacaktır.

Bilen meslektaşım varsa lütfen anlatsın. Eğer ‘bunlara gerek yok biz hallediyoruz, sıkıntı orada değil sen canını sıkma’ diyen mühendis varsa lütfen o da anlatsın.

Zeminde kaya, tür, örtü, kalınlık, derinlik, sismik dalga hızları vb. zemin yapısına yönelik birçok test yapılıyor. İlgili mühendis akademisyenler farklı geometrilerdeki yapıları farklı açılar ve şiddetler ile kurguladığı simülasyonlarda bir binanın yüzlerce, binlerce kez nasıl davranacağını anlamaya çalışıyorlar. Bir yapının hangi açılarda daha çok hasar alabileceğini araştırıyorlar, hatta tespit ediyorlar. Bunlar neden bizim tasarım aşamalarımıza dahil olamıyorlar?

Bir deprem bölgesinde aynı yoğunluğun farklı şekillerde dağılımının etkisi üzerine düşünen -sadece görsel/süslü tasarım bağlamında değil- meslektaşım var mı? Ya da mühendislerle çalışıp buna göre tasarım ilkelerini belirlemiş olan? Lütfen paylaşsın.

Örneğin aynı alan üzerinde 80 bağımsız birimin nasıl yerleşeceği hakkında, depreme dirençlilik bağlamında hem yapı maliyetini azaltan hem güvenliği sağlayan planlama tasarım kodları üretilebilir mi:

  • Doğu-Batı doğrultusunda 4’er katlı Bitişik Nizamda 5 bina olarak kurgulanmasının deprem esnasında göstereceği davranış ile, 20 katlı tek bir yapının davranışının aynı olmayacağı ortada. Birinin diğerinden daha avantajlı olabileceği hususu benim için açıklanması gereken bir husus. Görsel olarak yorum yapmamalıyım, bunu bilmem lazım. Halk sağlığı ve verimlilik benim mesleğimin ana unsuru. Burada yatay dokunun daha güçlü karşılayabileceği hususu ilk etapta akla gelebilse de bu tip bir bölgede hangisinin daha avantajlı olabileceği ya da fark etmeyeceğine yönelik yönlendirici bilimsel bir veri olmalı.
  • Depremi geniş bir cepheden mi karşılamalı, yoksa olabildiğince dar bir cepheden mi?
  • Bunları göz önünde bulundurmadan verdiğimiz kararlarda, örneğin doğu-batı doğrultusuna X derece ile oturmuş bir binanın taşıyıcı sisteminin daha zayıf davranıp davranmayacağı ortaya konulmalı. Bunun esnek de olsa bilgisi plancıya aktarılmalı.

 

Hassasiyet

Yukarıdaki laf kalabalığımda tasarım ve plan kararlarının her ne kadar mühendislik bilgileri ışığında belirlenmesi gerektiği öne sürülse de, bunların önemli bir girdi olarak kabul edilmesi, söz konusu girdilerin tasarımı tek başına belirleyebileceği anlamına gelmemelidir. Mevcut yapılaşma ya da imar planlarımız ile çeşitli görselleştirme çalışmaları sonucunda tasarıma sınırlı bir etkisi olacağı daha kolay bir şekilde görülebilecektir.

Burada eksik olduğunu hissettiğim şey jeolojik etüt raporları ve yerleşilebilirlik analizlerinin şehir plancılarına yönelik bazı açıklamalar/yönlendirmeler şeklinde de üretilebileceğidir. Bu meslek alanımızın bir kısmından feragat etmek ya da salt mühendislerin görüşlerine göre imar planlarını belirlemek anlamına gelmemelidir (Salt mühendislik uygulamalarıyla yaşadığımız sosyal ve ekolojik tahribatları, yıkımları anlatmaya gerek yok).

İlgili meslek gruplarından “A alanında x kat ve üzeri şu davranışı gösterebilirken y katlı bir yapılaşma tercih edilecekse min-max cephe genişlikleri şöyle olmalı, şöyle bir nizam seçilecekse doğrultusu şu olmalı, A tür yapılarda biçim ve ağırlık merkezi uyumsuz olabilir, burkulma ve hasar görme riski artabilir” gibi, zemin ve yapı davranışları hakkında yönlendirici verilere ihtiyacımız var sanırım.

(Bir sihirli değnek gibi tüm yetki ve sorumluluk şehir plancılarında olsaydı ne olurdu? Derelerin özgür aktığı, taşkın alanlarının geniş rekreasyon alanlarına, hatta kentsel tarım alanlarına dönüştüğü, sağlam zeminlerde -dolayısıyla dağınık- ama optimum mesafe ve yoğunlukları da yakalayabilmiş semtler ve takır takır çalışan bir toplu taşıma ağı, katılım ve denetimin planlamanın birer parçası olduğu, kamusal alanların, ‘public area’ların her köşede bizi karşıladığı, başkasıyla, farklı olanla tanıştırdığı, ortaklaştırdığı, gıdası ve enerjisi ile kendine yetebilen… yaşam alanlarımız.

Hata ve eksikleri tartışıp tükettikçe, bilmediğimiz şeylerin farkına vardıkça geleceğimiz için radikal ve mümkün fikirler üretebileceğimize inanıyorum.)

Görsel Kaynak: Ayar, B. “Çok Katlı Yapılarda Kritik Deprem Doğrultusunun Belirlenmesi”. Dokuz Eylül Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Fen ve Mühendislik Dergisi 23(68), 2021.